
Yazılarım •
Hac Günlüğü Zekeriya Erdim
HAC GÜNLÜĞÜ
SEYEHAT
İnsan oğlu su misâli, bir vâdide akıp gider;
Kah bağlara-bahçelere, kah çöllere çıkıp gider.
Geçmişlerden geleceğe, adım adım bir geçiştir;
Hem varlığı, hem yokluğu, tâ derinden fark ediştir.
Bâzen kısmet çekiverir, çıkar bize bir seyahat;
Neler görür bu âlemde, bakabilse gözler heyhât.
YÖNELİŞ
Sonsuzluğun denizinde, küçücük bir gemi dünyâ;
Ömür denen, yeryüzünde, bir nefeslik tatlı rüyâ.
Uyanınca uykumuzdan, bitimsiz bir hayat başlar;
Onun için tüm çabalar, ve gönülden yakarışlar.
Fırtınalar sürükleyip, bin girdaba atsa bile;
Yönümüzü kaybetmeden, varmalıyız son sâhile.
DÂVET
Kendi küçük dünyâmızda, yuvarlanıp duruyorduk;
Haddimizi aşsa bile, has hayaller kuruyorduk.
Dâvet aldık yücelerden, hamd ü senâ ediyoruz;
Sevgilimle, sevgiliyi ziyârete gidiyoruz.
Talih kuşu kondu bize, dediler ki Hac-ı Ekber;
Düğün-bayram oldu bize, yola çıktık Arzu-Kamber.
YOLCULUK
Kulak versek, önümüzde “dur” diyecek engeller çok;
En sevgili selam etmiş, gayrı bize bahâne yok.
Gelin-güvey gibi mahcup, ve bahtiyar bakışlarla;
Yâre koştuk gece-gündüz, inişlerle-yokuşlarla.
Menzilimiz mübârekti, azığımız aşk ateşi;
Gözümüz gün doğumunda, gönlümüzde tan güneşi.
MÎKÂT
Elest Bezmi ahdimizdi, bir kez daha hatırladık;
Kabahatlar kurt düşürdü, kıvranarak sabahladık
Tur Dağı’nda Mûsâ gibi, Mevlâ’mızla buluşunca;
Yerler-gökler aydınlandı, kul Allah’a kavuşunca.
Ayıbımız-günahımız, mağfiretle perdelendi;
Temiz sayfa açmak için, hesabımız ertelendi.
İHRAM
Canlar, mallar, tüm makamlar, hem emânet, hem de fânî;
Gün gelecek, mum sönecek, diyeceğiz “onlar hani?”
Soyunduk tüm sıfatlardan, Âdem ile Havvâ olduk;
Samimiyet giysisiyle, kaybedilen özü bulduk.
Benliğimiz tâzelendi, can çekişen ruh dirildi;
Sulha döndü tüm savaşlar, kargaşaya son verildi.
YASAKLAR
Bundan böyle huzurdayız, önümüzde Kutsal Belde;
Edep gerek, hayâ gerek, elde-dilde ve gönülde.
Nefsimize zincir vurduk, şehvet derin uykusunda;
Cümle âzâ iyilikte, sâlih amel arzusunda.
Herkes aziz ve muhterem, her şey her an korunaklı;
Dünyâya bir toz kondurmak, ayıp, günah ve yasaklı.
TELBİYE
Tesbihlerle, tekbirlerle, o Mukaddes Ev’e girdik;
Cephedeki asker gibi, Rabbimiz’e tekmil verdik.
Dilimizde parolamız, ve andımız, şiârımız;
“İşte geldik, teslim olduk, emret bize Allahımız”
İbrâhim’in vârisleri, İsmâil’in izindeyiz;
Ahdimizi kabul buyur, sana kulluk sözündeyiz.
KÂBE
Bir hâne ki, huzur dolu, hâlimiz hoş misâfirlik;
Söküldü tüm apoletler, sona erdi baş vezirlik.
Yalın ayak, başı açık, bir mahşerde yürüyoruz;
Âlemlerin özetini, ayan-beyan görüyoruz.
Önümüzde Resulullah, yanımızda bin sâhâbe;
Milyonların aşk odağı, fenafillah yeri Kâbe.
TAVAF
Cümle mahluk meşk içinde, seyyâreler kul oluyor;
Arşa çıkan aşk içinde, pervâneler kül oluyor.
Biz de girdik yörüngeye, gönlümüz bin lezzet aldı;
Sonsuz rahmet denizinde, her mümin bir damla oldu.
Döne döne dâreyn geçip, âlemde en sona vardık;
Taş üstüne taş koyarak, kalp evine kale kurduk.
HACER-İ ESVED
Seyr ü sefer girişinde, bir şerefli asker bekler;
Selam alır, selam verir, zincir tutar, halka ekler.
Nebîlerin, resullerin, unutulmaz hâtırâsı;
Yüzündeki siyah perde, devraldığı dost karası.
Asırların âsârını, meczeden bir kilit taşı;
Geçmişin öz hâsılası, geleceğin köşebaşı.
MÂKÂM-I İBRÂHİM
Beytullah’ın ustasının, o emektar iskelesi;
Kulağında çınlayan ses, İbrâhim’in dâvet sesi.
Rahman O’na değer verdi, bir mübârek makam oldu;
Muhammed’in mûtîleri, gölgesinde namaz kıldı.
Şimdi vakur bir duruşla, her geçene “selam” diyor;
Kul Allah’a yakardıkça, “bu ne güzel kelam” diyor.
SA’Y
Sefâ-Merve arasında, telaşlı bir koşuşturma;
Sanki Mecnun olmuş kulu, Leylâ ile buluşturma.
Dünyâ-ukbâ ekseninde, kurtuluşu arayış o;
Yokluğun en derininde, tüm varlığı kavrayış o.
Herkesin bir İsmâil’i var ki çâre peşindedir;
Kul hikmeti bulur ise, derman onun içindedir.
ZEMZEM
Hacer Ana aranırken, yavrusu kan ağlıyormuş;
Kızgın vâdi ve yalnızlık, ciğerleri dağlıyormuş.
Gökten rahmet eli ermiş, yer yarılıp Zemzem çıkmış;
O gün bugün kesintisiz, âb-ı hayat gibi akmış.
Hangi niyet için içsen, o faydayı sağlıyor su;
Ruhlar temiz olsun diye, yüreklerde çağlıyor su.
HİRA
Sanmayın ki, dağ başında, taş kovuğu küçük mağra;
Harlı küfür yangınını, söndürecek sudur Hira.
İnsanın en şereflisi, Hâlık ile hemhâl oldu;
Yücelerden yumuş geldi, tüm dertlere devâ buldu.
Gökten yağan yağmur gibi, yere indi, nabza girdi;
Çoraklaşmış gönüllerde, çiçek açıp meyve verdi.
MİNA
Yol ağzında yolcuları, bekler iki dâvet sesi;
Biri Rahman müjdesidir, biri Şeytan vesvesesi.
Kim gaflete düşer ise, gittiği yer Gayye olur;
Kim rahmeti seçer ise, düze çıkar ve kurtulur.
Bu sınavı geçer isek, Sırat gibi zorlu yerde;
Artık dağlar aşılmıştır, vuslat yakın vâdilerde.
ARAFAT
Ârif olan anlar ise, Arafat’a çıkmak gerek;
Zerresiyle, kürresiyle, şu âleme bakmak gerek.
Bu bir mahşer bizim için, hesapların görülmesi;
Belki amel defterinin, sağ taraftan verilmesi.
Kendin bilen Rabbin bilir, ilmi irfan oluverir;
Gönül gözü aralanır, gerçek aşkı buluverir.
VAKFE
Âdem Baba, Havvâ Ana, tevbe edip af bekledi;
Kabul etti Yüce Mevlâ, “yeryüzünde gezin” dedi.
Muhammed’in insanlığa, evrenseli dekleresi;
Muhibbine miras kaldı, hayat tarzı, felsefesi.
Bir şerefli duruş ki o, resullerin çizgisinde;
Derinden bir iz bırakır, nesillerin yazgısında.
MÜZDELİFE
Fitne durmaz ve yorulmaz, her cephede tuzak kurar;
Bitmek bilmez malzemesi, binbirsurat maskesi var.
Müzdelife sefer yeri, savaş için silah topla;
İblis’e bir nişan al ki, kalbinden vur kavi okla.
İbrâhim ol, İsmâil ol, al kınalı koçu bekle;
Rahman’a bin şükürler et, Şeytan’ı kov ve lânetle.
ŞEYTAN TAŞLAMA
Yolumuzda sarp yokuşlar ve efsunlu dikenlikler;
Gölgede bir hâin hancı, bağlayacak boyun bekler.
Azdırmaya, bozdurmaya, tâ ezelden yeminlidir;
İşgalci bir gemi gibi, koynumuzda demirlidir.
O’na bir ders vermek için, avuç avuç taş atarız;
Kurtuluşa ermek için, Rabbimiz’e el açarız.
KURBAN
“Allah’a can fedâ” diye, akıtılır kurban kanı;
Dosta dosttan bir hediye, kabul bekler yollayanı.
Sanki bir ruh hacematı, temizler tüm günahlardan;
Alınlarda al nişanlar, ışık bekler şafaklardan.
Yüreklere su serpilir, boşalınca gözden yaşlar;
Diyetimiz tamam olur, yepyeni bir hayat başlar.
TIRAŞ
Gelin-dâmat edâsıyla, her hacı bir tıraş olur;
Koparılan kıllar kadar, günah düşer ve savrulur.
Şimdi vuslat eşiğinde, hem muhtaçtır hem de âciz;
Aç kapıyı kabul buyur, himmet eyle ey çok aziz.
Artık emre âmâdedir, saadetine sâdık bende;
Azatsız bir köle gibi, sana ait can da ten de
BAYRAM
Bu gün bizim ömrümüzde, belki de ilk bayramımız;
Can yerine mal gönderdik, kabul oldu kurbanımız.
Halka olduk, bayramlaştık, aldık nice hediyeler;
Saygı sunduk, helalleştik, silindi tüm bâkiyeler.
Şimdi gözler ve gönüller, ömre bedel bir haz dolu;
Ayrılsak da beraberiz, yolumuz hep Allah yolu.
VEDÂ
Hânende hoş huzur bulduk, başlarımız göğe erdi;
İçimize ilham düştü, binbir tohum başak verdi.
Hasretinle yana yana, “her yer Harem” bileceğiz;
Bir sonraki dâvetine, alnımız ak geleceğiz
Gâfil mücrim olsak bile, silme bizi defterinden;
Bağışlayıp bir yer ayır, seçkin Cennet köşklerinden
HAC
Hac bir mektep okuyana, müderrisi Allah onun;
Mezûniyet isterseniz, Muhammed’e ümmet olun.
Kim talebe olur ise, önünde bin yol açılır;
Attığı her adım için, gökten nice nur saçılır.
Karanlığı kovmak için, bol güneşli fırsattır o;
Bir kez daha doğmak için, kula özel ruhsattır o.
MEKKE
Bir belde-i mübârek ki, arzın nefes tuttuğu yer;
Bir nokta-i nazargah ki, küllî kalbin attığı yer.
İnsanlığın serüveni, önce orda başlamıştı;
İbrâhim’in nesilleri, orda Şeytan taşlamıştı.
Muhammed’in emâneti, iki cihan sermâyesi;
Zebâniler geri dursun, Cennet olsun yar hânesi.
HİCRET
Ne kaçıştır suikasttan, ne zorâki terk-i diyar;
Doğum günü gelen bebek, büyüyecek yuva arar.
Akabe’nin arslanları, kucak açıp Ensar oldu;
Hicret ile Hira suyu, yepyeni bir vâdi buldu.
Zemzem yerden fışkırmıştı, vahiy gökten indi bize;
Mekke’de nur çöle düştü, Medîne’de bir denize.
MESCİD-İ NEBEVÎ
Milyonları ağırlıyor, Peygamber’in şefkat evi;
Gölgesinde sükun bulup, secde eder her bedevî.
Baş köşede Ebû Bekir, yamacında Ömer yatar;
Civârında nice ashab, yer depreşir, yürek atar.
Yüzlerini görmesek de, izlerini sürüyoruz;
Onlar önde, biz arkada, Rabbimiz’e yürüyoruz.
UHUD
Kine tutkun kâfirleri, Bedir hırsı bürümüştü;
Kana suskun kurt sürüsü, Medîne’ye yürümüştü.
Okçu birlik âsî olup, meyledince ganîmete;
Rüzgar tersten esiverdi, zafer döndü hezîmete.
İçler yakan ibret Uhud, ve zorlu bir imtihandı;
Yere düşen yetmiş şehid, göğe çıkan pür îmandı.
HENDEK
Cümle küffar ittifakla, Hakka karşı bir oldular;
Bilenmiş bir iştirakle, kuruldukça kuruldular.
Hendek açtık, toprak yığdık, aşılmaz bir kale oldu;
Yerden rüzgar, gökten asker, şer cephesi şaşa kaldı.
Şimdi İslam orduları, parçalandık ve dağıldık;
Nerde bizim siperimiz, kime uyduk ve sığındık.
MEDÎNE
Ey dînimin dünyâsını oluşturan Kutlu Şehir;
Gündüzleri görün bana, geceleri rüyâma gir.
Âlemlere akan rahmet, oluk oluk sana yağdı;
Asırları aydınlatan medeniyet sende doğdu.
Ayan-beyan ol ki bize, keşfedelim sırlarını;
Ayna tut ki içimize, yığka gaflet kirlerini.
MÎLAD
Anladım ki aslında ben, arasatta yaşıyordum;
Tutunduğum dal zayıftı, ağır ağır düşüyordum.
Kader bana kemend attı, kopmayacak ipi tuttum;
Özgür kıldım îmânımı, kölelikten âzâd ettim.
Şimdi Rahman cephesinin, adanmış bir askeriyim;
Korksun Şeytan ve ordusu, bundan böyle seferîyim.
HÂDİM-ÜL HAREMEYN
Cennet mekan ecdâdımız, Hicaz’a ray döşemişler;
“Haremeyn’in hâdimiyiz” bilinciyle yaşamışlar.
Kadir bilmez krallarca, silinse de eserleri;
Sanki sessiz ve derinden, nöbet tutar neferleri.
Biz onların vârisiyiz, devralarak devam düşer;
Ey yüceler yücesi Rabb, hâdim olma fırsatı ver.
24.Eylül-11 Ekim 2014
İstanbul-Mekke-Medine
(ZEKERİYA ERDİM)
Bu yazı 4.946 kere okundu.